Baris
New member
Makbule İsminin Anlamı Üzerine: Bir İsimden Toplumsal Yapıya Bakış
Bir ismin ardında bir toplumun hafızası, değer yargıları ve tarihsel yükleri gizlidir. “Makbule” ismi, Türkçede “beğenilen”, “kabul gören” anlamlarına gelir. Ancak bu kelimenin masum gibi görünen anlamı, toplumsal cinsiyet rollerinin, sınıfsal konumların ve kültürel kabullerin içinde bambaşka çağrışımlar yaratır. “Beğenilmek” ya da “kabul görmek” — özellikle kadınlar söz konusu olduğunda — sadece bireysel bir nitelik değil, sosyal bir beklentinin de adıdır.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında “Makbule” Olmak
“Makbule” isminin kök anlamı, patriyarkal kültürlerde kadınların “makbul vatandaş” ya da “makbul kadın” olarak tanımlanma biçimlerini çağrıştırır. Tarih boyunca kadınların toplumda kabul görebilmesi, çoğunlukla uyum, itaat, ölçülülük ve namus gibi normlara bağlı olmuştur. Feminist sosyolog Deniz Kandiyoti’nin “patriyarkal pazarlık” kavramı, tam da bu noktada açıklayıcıdır: Kadınlar, var olan ataerkil sistem içinde belirli bir “makbulelik” karşılığında kabul ve güvenlik kazanırlar.
Bir kadın “makbule” olduğunda, çoğu zaman kendi arzularını, öfkesini veya bireyselliğini bastırmak zorunda kalır. Bu durum, toplumun “kabul gören” kadın imajını yeniden üretir. Fakat bu imaj, gerçekte kadınların özgürlük alanlarını daraltır. Sosyal medyada, kadınların “fazla konuşan”, “fazla özgür” ya da “fazla güçlü” olduklarında hâlâ eleştirildiğini görmek, bu kalıpların ne kadar köklü olduğunu gösteriyor.
Irk ve Kültürel Kodlar: Kimin “Makbule”si?
Makbule ismi aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde yaygınlaşmıştır. Bu tarihsel bağlamda “makbul vatandaş” ideali, sadece kadınlar için değil, tüm toplum için belirli bir kültürel homojenlik arzusuna dayanıyordu. Ancak burada da ırksal ve etnik eşitsizlikler devreye girer.
Örneğin, Kürt, Alevi, Roman ya da göçmen kökenli kadınların “makbule” sayılması, çoğu zaman egemen Türk-Sünni kimliğe ne kadar “yaklaştıklarıyla” ölçülür. Bu da ismin anlamının ötesine geçerek, kimliklerin nasıl bir “uygunluk testi”ne tabi tutulduğunu gösterir. Sosyolog Nilüfer Göle’nin modernlik ve kadınlık üzerine yaptığı araştırmalar, bu tür “uyum” baskılarının modernleşme süreçlerinde nasıl biçim değiştirdiğini açıklar: Kadınların hem “modern” hem de “makbul” olması beklenir; yani değişim sınırlı bir özgürlük alanında tanımlanır.
Sınıf ve Kabul Görme İlişkisi
Makbule isminin sınıfsal çağrışımları da dikkat çekicidir. Alt sınıftan bir kadının “makbule” sayılması, çoğu zaman sessizliği, çalışkanlığı ve kanaatkârlığı ile ölçülür. Orta veya üst sınıflarda ise “makbulelik”, eğitimli ama “aşırı iddialı olmayan” kadın profiliyle ilişkilidir. Bu çelişkili durum, Pierre Bourdieu’nun “habitus” kavramıyla açıklanabilir: Toplumsal konum, kişinin neyin uygun, neyin aykırı olduğunu içselleştirmesini belirler.
Kadınların kendi sınıfsal çevrelerinde “beğenilme” biçimleri, ekonomik kaynaklar kadar kültürel sermaye ile de ilgilidir. Bir kadının kıyafeti, konuşma tarzı, mesleği ya da annelik biçimi, toplumun gözünde onun ne kadar “makbule” olduğunu belirleyen göstergelere dönüşür.
Kadınların Sesleri: “Makbul” Olmanın Yükü
Birçok kadın, “kabul görmek” uğruna kendi hikâyesini sessizleştirir. Forumlarda, sosyal medya paylaşımlarında ya da kadın dayanışma gruplarında sıkça duyulan bir ifade vardır: “Herkesin beğendiği kadın oldum ama kendimi beğenmiyorum.” Bu cümle, bireysel bir yorgunluğun ötesinde, kolektif bir deneyimi temsil eder.
Bu noktada empati kurmak önemlidir. Çünkü “makbule” olmanın yükü, sadece bir ismin taşıdığı anlam değil, kuşaklar boyunca aktarılan bir sosyal sözleşmedir. Kadınların kendi kimliklerini “beğenilmekten” bağımsız biçimde kurabilmeleri, bu sözleşmeyi sorgulamakla mümkündür.
Erkeklerin Rolü: Kabul Etmekten Anlamaya
Bu tartışmada erkeklerin konumu da önemlidir. Erkekler çoğu zaman “kadınların makbul olup olmaması” tartışmasına dışarıdan bakar; oysa bu sistemin sürdürülebilmesi, erkeklerin “beğenme” gücünün toplumsal bir araç haline gelmesiyle ilgilidir. Bu gücü sorgulamak, erkeklerin kendi toplumsal rollerini yeniden değerlendirmesini gerektirir.
Bazı erkekler artık bu farkındalığı taşıyor ve çözüm odaklı yaklaşımlar geliştiriyor: ev içi emeğin paylaşılması, kadınların söz hakkının artırılması, toplumsal normların eleştirilmesi gibi alanlarda aktif katkı sunuyorlar. Ancak bu çabaların samimi olabilmesi için, “kadınlara yardım etmek” yerine, “eşitsizliği dönüştürmek” hedefiyle hareket edilmesi gerekiyor.
Düşündürücü Sorular: “Makbule” Olmadan Var Olabilir Miyiz?
– Bir kadının toplumda yer edinmesi hâlâ “beğenilme” şartına mı bağlı?
– Erkekler kendi toplumsal rollerini yeniden tanımlarken hangi dirençlerle karşılaşıyor?
– “Makbule” olmanın ötesinde, herkesin kendi hikâyesini özgürce anlatabildiği bir toplum mümkün mü?
– Ve en önemlisi, biz bu kelimeyi her kullandığımızda, farkında olmadan hangi yapıları yeniden üretiyoruz?
Sonuç: Bir İsmin Ardındaki Toplumsal Ayna
Makbule ismi, dilde bir kelimeden fazlasıdır; toplumun kadınlık, aidiyet ve uyum anlayışının bir yansımasıdır. Bu ismin taşıdığı anlamı çözümlemek, sadece bir kelimenin değil, bir zihniyetin dönüşümünü tartışmaktır.
Gerçek eşitlik, “makbule” sayılmadan da saygı görmenin mümkün olduğu bir toplumla mümkündür. O gün geldiğinde, isimlerimiz artık toplumun bizden beklediklerini değil, kendi seçimlerimizi temsil eder.
Kaynaklar ve Katkılar:
– Deniz Kandiyoti, “Bargaining with Patriarchy”, Gender and Society, 1988.
– Nilüfer Göle, Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme, Metis Yayınları.
– Pierre Bourdieu, Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Harvard University Press.
– Kişisel gözlem: Kadın dayanışma forumlarında yürütülen tartışmalar ve saha gözlemleri (2023–2024).
Bir ismin ardında bir toplumun hafızası, değer yargıları ve tarihsel yükleri gizlidir. “Makbule” ismi, Türkçede “beğenilen”, “kabul gören” anlamlarına gelir. Ancak bu kelimenin masum gibi görünen anlamı, toplumsal cinsiyet rollerinin, sınıfsal konumların ve kültürel kabullerin içinde bambaşka çağrışımlar yaratır. “Beğenilmek” ya da “kabul görmek” — özellikle kadınlar söz konusu olduğunda — sadece bireysel bir nitelik değil, sosyal bir beklentinin de adıdır.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında “Makbule” Olmak
“Makbule” isminin kök anlamı, patriyarkal kültürlerde kadınların “makbul vatandaş” ya da “makbul kadın” olarak tanımlanma biçimlerini çağrıştırır. Tarih boyunca kadınların toplumda kabul görebilmesi, çoğunlukla uyum, itaat, ölçülülük ve namus gibi normlara bağlı olmuştur. Feminist sosyolog Deniz Kandiyoti’nin “patriyarkal pazarlık” kavramı, tam da bu noktada açıklayıcıdır: Kadınlar, var olan ataerkil sistem içinde belirli bir “makbulelik” karşılığında kabul ve güvenlik kazanırlar.
Bir kadın “makbule” olduğunda, çoğu zaman kendi arzularını, öfkesini veya bireyselliğini bastırmak zorunda kalır. Bu durum, toplumun “kabul gören” kadın imajını yeniden üretir. Fakat bu imaj, gerçekte kadınların özgürlük alanlarını daraltır. Sosyal medyada, kadınların “fazla konuşan”, “fazla özgür” ya da “fazla güçlü” olduklarında hâlâ eleştirildiğini görmek, bu kalıpların ne kadar köklü olduğunu gösteriyor.
Irk ve Kültürel Kodlar: Kimin “Makbule”si?
Makbule ismi aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde yaygınlaşmıştır. Bu tarihsel bağlamda “makbul vatandaş” ideali, sadece kadınlar için değil, tüm toplum için belirli bir kültürel homojenlik arzusuna dayanıyordu. Ancak burada da ırksal ve etnik eşitsizlikler devreye girer.
Örneğin, Kürt, Alevi, Roman ya da göçmen kökenli kadınların “makbule” sayılması, çoğu zaman egemen Türk-Sünni kimliğe ne kadar “yaklaştıklarıyla” ölçülür. Bu da ismin anlamının ötesine geçerek, kimliklerin nasıl bir “uygunluk testi”ne tabi tutulduğunu gösterir. Sosyolog Nilüfer Göle’nin modernlik ve kadınlık üzerine yaptığı araştırmalar, bu tür “uyum” baskılarının modernleşme süreçlerinde nasıl biçim değiştirdiğini açıklar: Kadınların hem “modern” hem de “makbul” olması beklenir; yani değişim sınırlı bir özgürlük alanında tanımlanır.
Sınıf ve Kabul Görme İlişkisi
Makbule isminin sınıfsal çağrışımları da dikkat çekicidir. Alt sınıftan bir kadının “makbule” sayılması, çoğu zaman sessizliği, çalışkanlığı ve kanaatkârlığı ile ölçülür. Orta veya üst sınıflarda ise “makbulelik”, eğitimli ama “aşırı iddialı olmayan” kadın profiliyle ilişkilidir. Bu çelişkili durum, Pierre Bourdieu’nun “habitus” kavramıyla açıklanabilir: Toplumsal konum, kişinin neyin uygun, neyin aykırı olduğunu içselleştirmesini belirler.
Kadınların kendi sınıfsal çevrelerinde “beğenilme” biçimleri, ekonomik kaynaklar kadar kültürel sermaye ile de ilgilidir. Bir kadının kıyafeti, konuşma tarzı, mesleği ya da annelik biçimi, toplumun gözünde onun ne kadar “makbule” olduğunu belirleyen göstergelere dönüşür.
Kadınların Sesleri: “Makbul” Olmanın Yükü
Birçok kadın, “kabul görmek” uğruna kendi hikâyesini sessizleştirir. Forumlarda, sosyal medya paylaşımlarında ya da kadın dayanışma gruplarında sıkça duyulan bir ifade vardır: “Herkesin beğendiği kadın oldum ama kendimi beğenmiyorum.” Bu cümle, bireysel bir yorgunluğun ötesinde, kolektif bir deneyimi temsil eder.
Bu noktada empati kurmak önemlidir. Çünkü “makbule” olmanın yükü, sadece bir ismin taşıdığı anlam değil, kuşaklar boyunca aktarılan bir sosyal sözleşmedir. Kadınların kendi kimliklerini “beğenilmekten” bağımsız biçimde kurabilmeleri, bu sözleşmeyi sorgulamakla mümkündür.
Erkeklerin Rolü: Kabul Etmekten Anlamaya
Bu tartışmada erkeklerin konumu da önemlidir. Erkekler çoğu zaman “kadınların makbul olup olmaması” tartışmasına dışarıdan bakar; oysa bu sistemin sürdürülebilmesi, erkeklerin “beğenme” gücünün toplumsal bir araç haline gelmesiyle ilgilidir. Bu gücü sorgulamak, erkeklerin kendi toplumsal rollerini yeniden değerlendirmesini gerektirir.
Bazı erkekler artık bu farkındalığı taşıyor ve çözüm odaklı yaklaşımlar geliştiriyor: ev içi emeğin paylaşılması, kadınların söz hakkının artırılması, toplumsal normların eleştirilmesi gibi alanlarda aktif katkı sunuyorlar. Ancak bu çabaların samimi olabilmesi için, “kadınlara yardım etmek” yerine, “eşitsizliği dönüştürmek” hedefiyle hareket edilmesi gerekiyor.
Düşündürücü Sorular: “Makbule” Olmadan Var Olabilir Miyiz?
– Bir kadının toplumda yer edinmesi hâlâ “beğenilme” şartına mı bağlı?
– Erkekler kendi toplumsal rollerini yeniden tanımlarken hangi dirençlerle karşılaşıyor?
– “Makbule” olmanın ötesinde, herkesin kendi hikâyesini özgürce anlatabildiği bir toplum mümkün mü?
– Ve en önemlisi, biz bu kelimeyi her kullandığımızda, farkında olmadan hangi yapıları yeniden üretiyoruz?
Sonuç: Bir İsmin Ardındaki Toplumsal Ayna
Makbule ismi, dilde bir kelimeden fazlasıdır; toplumun kadınlık, aidiyet ve uyum anlayışının bir yansımasıdır. Bu ismin taşıdığı anlamı çözümlemek, sadece bir kelimenin değil, bir zihniyetin dönüşümünü tartışmaktır.
Gerçek eşitlik, “makbule” sayılmadan da saygı görmenin mümkün olduğu bir toplumla mümkündür. O gün geldiğinde, isimlerimiz artık toplumun bizden beklediklerini değil, kendi seçimlerimizi temsil eder.
Kaynaklar ve Katkılar:
– Deniz Kandiyoti, “Bargaining with Patriarchy”, Gender and Society, 1988.
– Nilüfer Göle, Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme, Metis Yayınları.
– Pierre Bourdieu, Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Harvard University Press.
– Kişisel gözlem: Kadın dayanışma forumlarında yürütülen tartışmalar ve saha gözlemleri (2023–2024).