Bahar
New member
AKP İstanbul Sözleşmesi'ni Neden Kaldırdı? Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sınıf Perspektifinden Bir Değerlendirme
İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından feshedilmesinin ardından bir tartışma dalgası yükseldi. Bu karar, yalnızca hukuki bir metnin iptalinden daha fazlasını ifade ediyordu. Kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve devletin sosyal adalet yükümlülükleri üzerine derinlemesine düşünmeye iten bir dönüm noktasıydı. Ancak, bu gelişmenin arkasında ne vardı? Sadece bir hükümet kararı mıydı, yoksa toplumsal yapılarla ve mevcut eşitsizliklerle ilgili daha derin bir anlam taşıyor muydu?
İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadele etmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kadınların insan haklarını korumak adına uluslararası alanda önemli bir adımdı. Sözleşme, kadınların şiddet ve ayrımcılığa karşı korunmasını ve toplumsal yapıda kadınların güçlendirilmesini hedefliyordu. Ancak, AKP’nin kararının ardından gelen tartışmalar, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği köklü bir sorundur ve İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, bu eşitsizliğin devletin çeşitli kademelerinde içselleştirilmiş olduğunun bir yansımasıydı. Kadınların ve erkeklerin toplumsal rolleri, tarihsel olarak biçimlenmiş normlar doğrultusunda şekilleniyor. AKP’nin kararı, bu normları yeniden üreten bir hareket olarak değerlendirilebilir. Kadınlar için şiddet, ayrımcılık ve eşitsizlik gibi olgular, yalnızca bireysel olaylar değil; toplumsal yapıların birer sonucudur. Bu yapıların değiştirilmesi ise çoğu zaman politik irade ile doğrudan ilişkilidir. Sözleşmenin kaldırılması, kadınların ve LGBTQ+ bireylerin haklarını savunanların karşılaştığı toplumsal, hukuki ve kültürel engelleri büyütmüş oldu.
Irk ve Sınıf Perspektifinden Bir Değerlendirme
İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin ardında yalnızca toplumsal cinsiyetin etkileri yoktu. Türkiye’deki sınıf yapıları ve ırkçılık da önemli bir rol oynadı. Sözleşme, aynı zamanda eşitsizliklerin daha derinlemesine irdelenmesi gereken bir mecra sunuyordu. Kadınların şiddete karşı korunması, sadece kadınlık deneyimini değil, sınıfsal ve etnik kimlikleri de göz önünde bulunduruyordu. Özellikle, yoksul kadınlar ve göçmen kadınlar, şiddet ve ayrımcılık karşısında daha savunmasız durumda.
Sınıf faktörü, kadınların maruz kaldığı şiddet biçimlerinin ve bu şiddetle mücadele etme yöntemlerinin değişmesine yol açabiliyor. Örneğin, köylerde veya gecekondu mahallelerinde yaşayan kadınlar, şiddet karşısında daha izolasyona uğramış durumda olabilirler. Aynı şekilde, göçmen kadınlar, dil bariyerleri ve hukuki belirsizlikler nedeniyle şiddet mağduru olduklarında seslerini duyurmakta zorluk çekiyorlar. Bu toplumsal grupların, İstanbul Sözleşmesi gibi bir koruma mekanizmasından faydalanabilme şansı, daha güçlü ve ekonomik olarak güvence altına alınmış kadınlara göre çok daha düşük.
Öte yandan, ırkçılık, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasında daha geniş bir zorluk alanı yaratabiliyor. Türkiye’deki Kürt kadınları, Alevi kadınları, Suriyeli kadınlar gibi etnik ve kültürel azınlıklara ait bireyler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yanı sıra etnik kimlikleri dolayısıyla daha fazla ayrımcılığa uğrayabiliyor. Bu, hem toplumsal düzeyde hem de devletin attığı adımlarda etkili bir faktör haline geliyor. Dolayısıyla, sözleşmenin kaldırılması yalnızca kadınları değil, aynı zamanda etnik kimlikleri farklı olan toplumsal grupları da olumsuz etkiliyor.
Kadınların ve Erkeklerin Perspektifleri
Kadınlar için toplumsal yapılar, büyük ölçüde belirleyici bir etken. Kadınların, çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik engeller nedeniyle eşitlik arayışı, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir mücadele haline geliyor. Bu mücadelenin en önemli araçlarından biri, kadınların toplumsal haklarını güvence altına alan yasal düzenlemeler. İstanbul Sözleşmesi, bu alanda atılmış önemli bir adımdı. Kadınların yaşadığı şiddet, baskılar ve eşitsizlikler karşısında seslerini duyurabilmesi için uluslararası bir koruma zemini sundu. Ancak, sözleşmenin kaldırılması, bu mücadeleyi daha da zorlaştırdı.
Erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımda bulunması, toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında da önemlidir. Erkeklerin de toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan baskılara karşı duyarlı olmaları, toplumun daha adil bir yapıya dönüşmesi için kritik bir adımdır. Ancak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir erkek sorunu olarak görülmesi, bazen erkeklerin de bu yapıyı sorgulamakta zorlanmasına neden oluyor. Sözleşmenin iptal edilmesinin ardından, erkeklerin de bu konuda daha fazla düşünmesi ve toplumsal yapıları sorgulaması gerektiği ortaya çıkıyor.
Sonuç ve Tartışma Soruları
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, Türkiye’deki toplumsal eşitsizliklerin ve şiddetle mücadelenin ne kadar karmaşık ve çok katmanlı bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi. Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi sosyal faktörler, bu sorunun çözülmesinde anahtar rol oynuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, toplumsal normların, geleneksel cinsiyet rollerinin ve devlet politikalarının kadınların hakları üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Peki, bu noktada bizler olarak ne yapabiliriz? Toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele ederken, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkileri nasıl yeniden şekillendirebiliriz? Şiddetle mücadelede, sadece kurumsal düzenlemeler değil, toplumsal değişim de ne kadar önemli?
Bu tartışmaları daha derinlemesine ele alarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddetle mücadelede daha etkili çözümler üretebiliriz.
								İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından feshedilmesinin ardından bir tartışma dalgası yükseldi. Bu karar, yalnızca hukuki bir metnin iptalinden daha fazlasını ifade ediyordu. Kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve devletin sosyal adalet yükümlülükleri üzerine derinlemesine düşünmeye iten bir dönüm noktasıydı. Ancak, bu gelişmenin arkasında ne vardı? Sadece bir hükümet kararı mıydı, yoksa toplumsal yapılarla ve mevcut eşitsizliklerle ilgili daha derin bir anlam taşıyor muydu?
İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadele etmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kadınların insan haklarını korumak adına uluslararası alanda önemli bir adımdı. Sözleşme, kadınların şiddet ve ayrımcılığa karşı korunmasını ve toplumsal yapıda kadınların güçlendirilmesini hedefliyordu. Ancak, AKP’nin kararının ardından gelen tartışmalar, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği köklü bir sorundur ve İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, bu eşitsizliğin devletin çeşitli kademelerinde içselleştirilmiş olduğunun bir yansımasıydı. Kadınların ve erkeklerin toplumsal rolleri, tarihsel olarak biçimlenmiş normlar doğrultusunda şekilleniyor. AKP’nin kararı, bu normları yeniden üreten bir hareket olarak değerlendirilebilir. Kadınlar için şiddet, ayrımcılık ve eşitsizlik gibi olgular, yalnızca bireysel olaylar değil; toplumsal yapıların birer sonucudur. Bu yapıların değiştirilmesi ise çoğu zaman politik irade ile doğrudan ilişkilidir. Sözleşmenin kaldırılması, kadınların ve LGBTQ+ bireylerin haklarını savunanların karşılaştığı toplumsal, hukuki ve kültürel engelleri büyütmüş oldu.
Irk ve Sınıf Perspektifinden Bir Değerlendirme
İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin ardında yalnızca toplumsal cinsiyetin etkileri yoktu. Türkiye’deki sınıf yapıları ve ırkçılık da önemli bir rol oynadı. Sözleşme, aynı zamanda eşitsizliklerin daha derinlemesine irdelenmesi gereken bir mecra sunuyordu. Kadınların şiddete karşı korunması, sadece kadınlık deneyimini değil, sınıfsal ve etnik kimlikleri de göz önünde bulunduruyordu. Özellikle, yoksul kadınlar ve göçmen kadınlar, şiddet ve ayrımcılık karşısında daha savunmasız durumda.
Sınıf faktörü, kadınların maruz kaldığı şiddet biçimlerinin ve bu şiddetle mücadele etme yöntemlerinin değişmesine yol açabiliyor. Örneğin, köylerde veya gecekondu mahallelerinde yaşayan kadınlar, şiddet karşısında daha izolasyona uğramış durumda olabilirler. Aynı şekilde, göçmen kadınlar, dil bariyerleri ve hukuki belirsizlikler nedeniyle şiddet mağduru olduklarında seslerini duyurmakta zorluk çekiyorlar. Bu toplumsal grupların, İstanbul Sözleşmesi gibi bir koruma mekanizmasından faydalanabilme şansı, daha güçlü ve ekonomik olarak güvence altına alınmış kadınlara göre çok daha düşük.
Öte yandan, ırkçılık, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasında daha geniş bir zorluk alanı yaratabiliyor. Türkiye’deki Kürt kadınları, Alevi kadınları, Suriyeli kadınlar gibi etnik ve kültürel azınlıklara ait bireyler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yanı sıra etnik kimlikleri dolayısıyla daha fazla ayrımcılığa uğrayabiliyor. Bu, hem toplumsal düzeyde hem de devletin attığı adımlarda etkili bir faktör haline geliyor. Dolayısıyla, sözleşmenin kaldırılması yalnızca kadınları değil, aynı zamanda etnik kimlikleri farklı olan toplumsal grupları da olumsuz etkiliyor.
Kadınların ve Erkeklerin Perspektifleri
Kadınlar için toplumsal yapılar, büyük ölçüde belirleyici bir etken. Kadınların, çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik engeller nedeniyle eşitlik arayışı, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir mücadele haline geliyor. Bu mücadelenin en önemli araçlarından biri, kadınların toplumsal haklarını güvence altına alan yasal düzenlemeler. İstanbul Sözleşmesi, bu alanda atılmış önemli bir adımdı. Kadınların yaşadığı şiddet, baskılar ve eşitsizlikler karşısında seslerini duyurabilmesi için uluslararası bir koruma zemini sundu. Ancak, sözleşmenin kaldırılması, bu mücadeleyi daha da zorlaştırdı.
Erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımda bulunması, toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında da önemlidir. Erkeklerin de toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan baskılara karşı duyarlı olmaları, toplumun daha adil bir yapıya dönüşmesi için kritik bir adımdır. Ancak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir erkek sorunu olarak görülmesi, bazen erkeklerin de bu yapıyı sorgulamakta zorlanmasına neden oluyor. Sözleşmenin iptal edilmesinin ardından, erkeklerin de bu konuda daha fazla düşünmesi ve toplumsal yapıları sorgulaması gerektiği ortaya çıkıyor.
Sonuç ve Tartışma Soruları
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, Türkiye’deki toplumsal eşitsizliklerin ve şiddetle mücadelenin ne kadar karmaşık ve çok katmanlı bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi. Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi sosyal faktörler, bu sorunun çözülmesinde anahtar rol oynuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, toplumsal normların, geleneksel cinsiyet rollerinin ve devlet politikalarının kadınların hakları üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Peki, bu noktada bizler olarak ne yapabiliriz? Toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele ederken, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkileri nasıl yeniden şekillendirebiliriz? Şiddetle mücadelede, sadece kurumsal düzenlemeler değil, toplumsal değişim de ne kadar önemli?
Bu tartışmaları daha derinlemesine ele alarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddetle mücadelede daha etkili çözümler üretebiliriz.